Zilan, sabahın erken saatlerinde ezanın yankılı sesiyle uyandı. Kendini iyi hissetmedi. Bu evde ne işi vardı? Basbayağı yabancı bir evdi. Eşyaların kokusu da güzel gelmedi. Midesi bulandı. Günün iyice ağarmasını bekledi ve her şeyin hızlanmaya başladığı, araba seslerinin sessizliği bozduğu bir saatte evden çıktı, arabasına bindi ve öylesine sürmeye başladı. 15-20 dakika kadar sonra kendini Bedir'in evinin kapısının önünde buldu. Sabahın bu erken saatinde, kapıyı çalmadan önce "İyi ki Bedir" var diye düşündü ve sonra da kapının ziline bastı, hem de hiç tereddüt etmeden. Bir dakika geçmeden apartmanın kapısı açıldı.
Bedir her zaman çok erken kalkardı, ama bu kadar erken çalmazdı kapısı. Kendini biraz tedirgin hissetti. Meraklı gözlerle kimin geldiğini beklerken göz ucuyla saatine baktı. Merdivendeki ayak sesleri yaklaştıkça Bedir'deki tedirginlik gülümsemeye dönüşmeye başladı. Gelen Zilan'dı.
Zilan, Bedir'e gülümsedi. Hiç konuşmadan içeri girdi. Naber, ne var ne yokla başlayan, iyilik nolsun senden naber şeklinde devam edip, benden de iyilik valla nolsun diye sonlanan dünyanın en samimiyetsiz selamlaşmasını yapmadılar tabi ki, çünkü onlar çok samimi insanlardı. Bedir Zilan'ın ayakkabılarını ve paltosunu çıkarmasını bekledi, ona "hoş geldin" dedi ve sarıldı.
Zilan'ın belki de en büyük sığınağı Bedir, kendi yalnızlığında yaşayan ya da böyle rahat eden, 38 yaşında, çok daha genç görünümlü, eğlenceli, biraz olgun, biraz da serseri bir adamdı. Kadıköy'ün en dar sokaklarının ve caddelerinin ve hatta Moda'nın en iyi arkadaşı denebilirdi. Lacivert gözlerini Moda'nın lacivert denizinden almıştı sanki. Kendisi bile farkında değildi ama Bedir'in bu lacivert gözleri en çok Moda'dan denize bakarken güzelleşirdi, bir de Zilan'a bakarken.
Zilan, her zaman oturduğu tek kişilik koltuğuna kıvrıldı. Bedir mutfağa gitti, iki Türk kahvesi koydu. Ocağa baktı ve üstünde bir haftadır bekleyen çorba tenceresini fark etti. Tencerenin kapağını açınca gördüğü küflü görüntüden midesi bulandı, neredeyse kusacak gibi oldu. Ama midesini bulandıran şeyin çorbanın bozuk kokusu mu, yoksa bitiremediği yalnızlığı mı, bilemedi. "Yalnızlık böyle basit ve önemsiz işte, içi dolu çorba tenceresinin günlerce beklemesi ve küflenmesi sadece" diye dalga geçti kendi kendine. Yüzünü başka tarafa çevirip, koku almamaya çalışarak, tüm soğukkanlılığıyla çorba tenceresini temizledi. Sonra kahveyi fincanlarıyla buluşturup, Zilan'ın yanına gitti.
Zilan kahveyi aldı, bir yudum içtikten sonra da konuşmaya başladı.
"Bedir, bazen kendimi bir metrekareden biraz daha büyük, yani kıç kadar bir tuvalette klozetin hemen önünde kendimden geçercesine ağlarken buluyorum. Hem de böğüre böğüre ağlarken... Ağlarken midem bulanıyor. Ve öyle çok bulanıyor ki, hiç abartmıyorum ağzımdan çıkıp elime geldiği oluyor midemin. O bir metrekarelik kıç kadar yerden çıkıp, elimde midemle, lavaboya doğru yöneliyorum. Midemi musluğun altına götürüp yıkıyorum bi güzel, hazmedemediklerimi temizleme niyetiyle... O sırada lavaboya gelip gidenler de bakıyor ama anlamıyor elimdekinin midem olduğunu. Ne olduğu hakkında fikir yürütebilen bile olmuyor hatta. Bi elimdekine, bi bana bakıp gidiyorlar. Hiçbir şey sormasınlar diye göz göze de gelmiyorum hiç kimseyle. Şiş gözlerimi saklıyorum, nasıl olsa anlamayacaklarını düşünüp yıkamaya devam ediyorum midemi. Onlara dönüp, "hazım problemim var, ve aslında biraz da hazin" diyemiyorum... Şiş gözlerimi saklıyorum, beni ele vermesinler diye. Midemi biraz sevip geri yerine koyduktan bir kaç dakika sonra rahatlıyorum. Ağla açılırsın dedikleri bu olsa gerek diyorum içimden. Böğürme ve kusma hissi geçiyor... Sonra, gözlerime bakıyorum aynada. Gözlerimin beni affetmesini bekleyip çıkıyorum tamamiyle tuvaletten."
Bedir gülümsedi. Kendisi iyi bir doktor olmasına rağmen, ona iyi gelecek bir ilacı bulamamış olmanın üzüntüsünü duydu biraz da. Zilan onun için çok önemliydi, sanki kalbindeki en büyük odayı o kapmıştı. İçinden bir parça gibi. Kardeş, arkadaş, sevgili, anne, baba, çocuk, tatil arkadaşı, ev sahibi ve işgalci; yani her şey gibiydi.
Zilan devam etti konuşmaya... Heyecanlı, coşkulu ve eğlenceli halinden bugün eser yoktu.
"Herkes çok konuşuyor Bedir, ben ise bazen konuşulan konulara dahil olamıyorum. Dün gittiğim yemekte tek kelime konuşamadım. Bir mantıktır gidiyordu insanlar arasında, çıkarlarını mantıklı düşünce diye yutturmaya çalışıyor herkes. Hatta kendi kalp sesinden bile utanıyor. Dinlediğim tüm cümleler benden çok uzaktaydı. Yine çok umutsuzlandım. Bir roman kahramanı olduğumu hayal edip yalvarıp durdum yazarıma, iyi bir hayat yazsın diye bana. Sıkılmak çok hadsiz bir duygu belki ama elimde değil. Ama ben o kadar sıkılıyorum ki, iyi bir omuza dayanmadığımı bile bile, devam ediyorum. Temizleyemediğim çamuru başka lekeyle kapatıyorum. Bana hep doğruyu fısıldayan kalbimin sesini dinlemeyi unutuyorum bazen ve onu dinlemediğim işte bu zamanlarda kendime ve zamanıma ihanet etmişim gibi geliyor. Daha da kötüsü Bedir, sürekli yanlış yerlerde uyanıyorum. Ve uyandığımda yine midem bulanıyor."
Zilan bütün ağırlığıyla devam ederken. Bedir, onun elini tutmak istedi ama vazgeçti. İçi hafiften cız edip yanmıştı bile çoktan, ama bu yanmaya da bir anlam veremedi. Aklından kendi ihanetleri geçti. Aldatan olmak, aldatılan olmaktan çok daha ağır diye düşündü... Onun da midesi bulandı.
Dışarı baktı kar yağıyordu, bir taraftan da gözünün içine içine giren kış güneşi yükselmeye başlamıştı. Görünenle hissedilen farklıydı, kendine benzetti. Tıpkı dışardaki hava gibi; Bedir'in de kalbi başka atardı, kendi başka yaşardı. Hayatında tek temiz kalan Zilan'la olan bu saf(tirik) ilişkisiydi. Bu saflığı da kaybetmekten çok korktuğu için, Zilan'ın hayatına tam da dokunamıyordu.
Sonra Zilan'a dönüp dedi ki "bak napalım biliyo musun? Dışarda kar başlamış, evden çıkalım, bahariyeye doğru yürüyelim. Sana, o çok sevdiğim dükkandan yılbaşı süsleri filan alalım. Kahvaltı yapalım. Vapura binelim, soğukta dışarıda oturalım. Beşiktaş'a gidip, boş boş gezelim. Bi yerde oturup kahve sigara yapalım. Sonra akşama dönelim Kadıköy'e. Acıkalım delice. Bu arada senin miden de iyice temizlenmiş olur belkş. Güzel bi yemek yiyelim, hatta sen seversin, bi iki şişe şarap içelim, sigara eşliğinde. Sonra çıkalım yürüyelim soğukta. Yürürken iyice sarhoş olalım. Susalım hiç konuşmayalım. Bugünlük ikimiz de kusmayalım."
Zilan ne diyeceğini bilemedi önce, sonra kalbinin sesini dinledi ve evine geri döndü. "Bugün değil" dedi, kalbi ona "bugün değil" dedi. Mide bulantısı henüz geçmemişti, eve girer girmez tuvalete gitti ve kustu.