Bedir: Dolunay
Zilan: Yeniden doğuş
Ay'la birlikte yaşadığıma eminim artık. Benim Bedir'im ve Zilan'ım Ay'ın evreleriyle aynı. Bu yüzden Bedir ve Zilan'a yakından bakmam gerekiyordu, daha derinden. Benim içimde Zilan Bedir'imi, Bedir ise Zilan'ımı tamamlıyordu. Bir döngünün iki uç parçaları onlar. Ayrılmaz bir bütün olsalar da aralarındaki mesafeyi nizami bir şekilde her zaman korumaları gerekiyor. Ay kendi döngüsünü tamamlayabilsin ve ben kendi döngümü tamamlayabileyim diye.
Bedir'e doğru yaklaşırken ne oluyordu? Neden zorlanıyordum bu kadar? Acaba Zilan'ın var oluş amacını mı unutuyordum. Bir takım kurallar ve sınırlamalar benim Zilan'ımı bana hissettirmiyor muydu? Her Bedir'e yaklaştığımda, Zilan içimde çığlık çığlığa ağlıyordu. Belki de Zilan Bedir'den mi korkuyordu. Peki bu rüyalar da bu korkuyla mı ilgiliydi?
Zilan'ın, rüyasından önce hatırladığı en son şey İstanbul - Ankara yönünde Bolu Tüneli'nden geçmekte olduğuydu. Arabada gidiyordu ve tünel anonsunu dinliyordu:
"Sayın sürücü, Bolu Dağı Tüneli'nden geçmektesiniz. Tünel içinde çalışma yapılmaktadır. Lütfen yol işaret ve işaretçilerine uyunuz. İyi yolculuklar dileriz"
"Dear passenger, you are passing through Bolu Mountain tunnel..."
Ve karanlık. Yeni ay gibi...
Ve sonra gözlerini açtığında Zilan bir hastanedeydi. Üşüyordu. Elini ve ayaklarını kıpırdattı, biraz kasılmıştı. Bacaklarını kollarını hissetmeye çalıştı, sorun yoktu. Hiç bir yerinde bir acı, sancı veya kan yoktu. Kaza geçirmemişti, niye hastanede olduğunu anlamadı. Biraz doğruldu, doğrulurken biraz karnı kasıldı. Kocaman bir karnı olduğunu hissetti, sanki şişmişti. Biraz daha doğruldu ve karnına dokunmak için üzerindeki örtüyü kaldırdı. Gördükleri karşısında şaşkına döndü. Delirecek gibi oldu, karnı kocamandı. İnanılmaz, kalbi ağzından fırlayacak kadar hatta kaburgalarını parçalayacak derecede fazla atıyordu.
Karnı kocamandı, KO-CA-MAN!!!
Derken kapı açıldı ve içeri Bedir girdi. Bedir'i görünce ufak bir rahatlama oldu, elini Bedir'e doğru uzattı Zilan, ama Bedir ona yaklaşmadı. 1-2 metre uzakta durdu. Sanki buz gibi soğuktu. Gülümsemiyordu, sanki yüzüne bile bakmıyordu. "Bedi, bana ne oldu?" Diye sorsa da Zilan, Bedir hiç cevap vermedi. Duvara dayalı tezgaha doğru gitti, bir barda su koydu kendine ve içti. Konuşmuyordu. 15-20 saniye kadar arkası dönük durduktan sonra Zilan'a doğru döndü ve buz gibi bir sesle "Doğum için hazır mısın?" dedi.
Nasıl yani, hamile miydi? Peki ya kaç aydır bu hastanedeydi? Kimden hamileydi?
Zilan çığlık atmak istiyordu, ama sesi çıkmıyordu. Kafa sallayabildi sadece. İki doktor geldi. Zilan'ı tutup ameliyathane sedyesine taşıdılar. Zilan'ı doğumhaneye doğru götürüyorlardı. Bedir yanlarında yürüyordu ama Zilan'a bakmıyordu bile.
"Bu çocuğun babası Bedir mi?" diye düşünmeye başladı Zilan. Hiç bir şey hatırlamıyordu. Doktorlar tam doğumhanenin önüne gelince Bedir'e "Eşinin yanına gelmek istiyor musun?" diye sordular. Bedir en soğuk sesiyle "hayır" dedi.
"Eşin mi?"
Zilan'ın tekrar kalbi çarpmaya ve karnına sancılar girmeye başladı. Zilan da çığlıklar atmaya... Doktorlar, sancılardan bağırmaya başlayan Zilan'ı apar topar içeri soktular ve Bedir'i dışarıda bıraktılar. Zilan hiç bir şey anlamadan, dakikalar içerisinde çığlık çığlığa bir oğlan doğurdu, bebeği gördü, yorgunluktan ve çarpıntıdan bayıldı.
Gözünü açtığında odadaydı. Hemen yanında bebeği vardı. Bedir'e seslendi. Odada kimse yoktu. Biraz doğruldu ve acılar içinde ayağa kalktı. Susamıştı, hem de çok. Su istemem için kapıya doğru yöneldi ve hafif kapıyı aralarken, Bedir ve doğuma götüren iki doktorun konuştuğunu fark etti. Bir sorun vardı galiba. Bedir'in sesi çok yine çok soğuktu...
Zilan biraz daha dinlediğinde Bedir'in nörolojik deneyler yapan bir örgütün üyesi olduğunu ve yaptığı çalışmalarda bir deneğin ölümüne sebep olduğunu anlıyordu. Doğumu yaptıran iki doktor ise ölen denek için karşılığında Bedir'den kendi çocuğunu istiyorlardı. Ve bu anlaşma ve alışveriş sonrasında asla çocuklarını görmeyecekler, bir isim koymayacaklar, onu büyütemeyecekler ve unutacaklardı. Yani Bedir çocuğunu ve onun beynini hayatı boyunca bir örgütünün nörolojik deneysel çalışmaları için soğukkanlılıkla bağışlayacaktı. Yoksa karşılığında denek olarak kendisini istiyorlardı.
Zilan birden donup kaldı, kalbi yine atmaya başladı, hatta buna tam olarak atmak denemezdi, sanki kalbi yerinden çıkmış ve bütün vücudunu dolaşmaya başlamıştı. Kapıyı yavaşça kapattı, bebeğine doğru yürüdü ve ona bakmaya başladı. Bir çocuk doğurmuştu ama bir çocuğu olamayacaktı, onu bir daha göremeyecekti. Çocuğu ise, insan ırkının nöronlarının nasıl kontrol edilebileceği ile ilgili yapılacak deneysel çalışmalarda, tüm hayatı boyunca maruz kalacağı beyin dalgaları sayesinde insanlığını, gençliğini, erkekliğini yaşayamayacak ve bir gün gelip beyni tükendiğinde çok da yaş alamadan sevgisizlik içinde ölüp gidecekti. Artık kendi çocuğundan çok, insanlığın kontrol edilebildiği bir dünyaya sebep olacak bir bebek duruyordu karşısında. Ona bakıp buz gibi kalakaldı Zilan.
Hayatlarımızın karmik döngülerinde ne kadar mutsuz olursak olalım, Zilan, bunları bozacak, yapay mutluluklar, yapay algılar üretecek bir dış gücün, karmalarımız, niyetlerimiz ve dahası, ihtimallerimiz, seçimlerimiz, doğrularımız, yanlışlarımız dediğimiz kaderlerimizin üzerinde tanrısallaşıp, bizi böylesine kontrol etmesine asla katkıda bulunamazdı. Neyi yaşamamız gerekiyorsa onu yaşamalıydık. Arayışlarımız, duygularımız, acılarımız değiştirilirse, aradığımız şeyi unutursak eğer, kendimizi nasıl bulabilirdik? Oysa hepimizin gitmesi gereken bir yolu vardı. Ve bu yolda her şey vardı, mutluluk, acı, keder, kopma, hastalık, ayrılık, buluşma... Ve hepimizin, o yolun sonuna vasıl olduğumuzda, bir sonraki döngüye aktarmamız gereken şeyleri vardı.
Zilan bütün bunları düşündükten sonra, bebeğine doğru bir kaç adım daha attı ve onu eline aldı. Karmalarımızın ve hayatlarımızın doğal akışının engellenmesine ve tekamülün bozulmasına sebep olacak bir canlı bombayı elinde tutuyormuş gibi hissetti. Bebeğinin çocukluğunu, heba olacak gençliğini ve hiç yaşamayacağı yaşlılığını, mutluluklarını, mutsuzluklarını ve aynı zamanda insanların var oluş sebeplerini koruma niyetiyle bir karar verdi.
Zilan, önce bebeğine sıkı sıkı sarıldı, onu kokladı, öptü ve sonra vedalaştı. Ayrılığı hisseden bebeği çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Bebeğinin sesi dışarıdan fark edilmeden elini çabuk tutması gerekiyordu. Eğildi, elini kendi içine soktu, rahmini iyice araladı ve bebeğini çığlıklar içinde geldiği yere geri koydu. Bebeğinin sesi kesildi ama Zilan kanlar içinde yere yığıldı ve bayıldı.
Karanlık...
Gözünü açtığında Zilan arabadaydı. Yanında Bedir vardı ve arabayı kullanıyordu. İstanbul'a doğru gidiyorlardı. Yalova-Bursa ayrımına gelmişlerdi. Zilan ürperdi birden, göz ucuyla karnına baktı, hamile değildi. Hiç de olmamıştı. Hatta Bedir'le hiç birlikte olmamışlardı ama hiçbir zaman da ayrı olmamışlardı. Hep birdiler ama hep bir mesafeleri vardı. Çok dolup taşarken, yeniden başlamak için, sadece doğurmak gerekiyordu. Dolunaydan sonra yeni ayın mutlaka gelmesi gerektiği gibi...
Hava kararmıştı. Tepede ay parlıyordu, dolunay yaklaşıyordu, şimdi Bedir zamanıydı.