22 Ekim 2014 Çarşamba

Aşk bunu yapmaya mecbur



Aşkın E hali - Feridun Düzağaç

Hiçbir şeyi senin kadar istemedim
Ama yetmiyor
Ne kadar istesem de 
Gözlerimdeki resmin
Gitmiyor!

Peki aşk bunu bana yapmaya mecbur mu?

Evet, aşk bunu yapmaya, ben de bunu yaşamaya mecburum. Daha iyi anlamak için, daha iyi görebilmek için. Daha iyi hissedebilmek için. Tertemiz olmak için. Daha çok sevebilmek, daha sıkı tutabilmeyi öğrenmek için. Kayıplarımın nedenini öğrenmek için, en çok da affederek devam edebilmek için...

Aşk bunu yapmaya, ben de aşkla yaşamaya mecburum. Olamayanı oldurmak için, olanı saklamak için bunu öğrenmeye mecburum. Kalbimi dibine kadar açıp göstermeye mecburum. 

Ne "oldum" diyebilirim bundan sonra, ne de "bittim" diyebilirim. Bir dizinin sonunu merak edercesine yaşıyorum, her geçen günüm arkası yarın kadar heyecanlı ve bana bunu aşk öğretti ve bana bunu öğretmeye mecbur. 

Aşk bunu yapmaya mecbur... 

Sonsuz yollarda beni yolcu yapmaya, bu yollarda topladığım tüm güzel çiçeklerimi korumayı öğreten aşk, beni benden almaya mecbur.

21 Ekim 2014 Salı

Duygusal Kemoterapi

Kanser sadece hücrelerimizde değil ki. 
Düşünce kanseri diye bir şey var yani.
Kanserde eğer operasyon yapılabiliyorsa hasta şanslı bile sayılabiliyor. Ama düşünce kanseri öyle değil. O bir kere başladı mı, operasyon imkansız artık... Bozuk hafıza malesef bıçakla kesilip atılamıyor...
Ve kemoterapi nasıl bozuk hücreleri öldürüyorsa, bozulmuş düşüncelere sebep olan anıların da benzer bir tedavi ile ölmesi gerekiyor. 

Duygusal kemoterapi...

Hiç bir yerde rastlamadım. Literatürde var mı emin değilim, hatta google'dan bile bakmadım. Şu an ben uyduruyor da olabilirim. Ama ben bu tedaviyi böyle adlandırmak istiyorum: duygusal kemoterapi. Normalde kemoterapi ilaçla tedavi anlamını barındırsa da bunun ilaçla ilgisi yok ve tıpkı kemoterapi gibi yan etkileri de var. Bazen çıldırasıya ağlamak, biraz unutkanlık, belki çok az hafıza kaybı...

Mesela benim beynimde kanserli düşünceler var. Duygusal kemoterapideyim uzun zamandır. Kanseri durduruyorum gibi, metastazı engellemeye çalışıyorum. Diğer temiz arınmış duygularımın ve sevgimin bozulmasını istemiyorum. Onlara da nüksetmesini istemiyorum.

Yorucu bir dönem. Bir yolculuk duygusal kemoterapi. Oldukça yorucu içsel bir yolculuk. Ama artık geri dönemem. Bu yolculuktan dönmem demek kine nefrete teslim olmam demek. 

Oysa ben kin, nefret, kıskançlık, kendini sevmeme, kırgınlık gibi kanserli düşüncelerimin tamamı ölsün, silinsin, yok olsun istiyorum artık. Sürekli serotonin, endorfin salgılamak istiyorum, Kanserli düşüncelerimin bu hormonlarla etrafını sarmak ve sonra onları yok etmek istiyorum. Herşeyi affetmek istiyorum. Bana nefretini bulaştırmaya çalışan, rengi kaçmış, gözümün içine bakamayan bütün gözlere de sevgimi göndermek istiyorum. 

Beyaz elbiseler giymiş ve yeşilliklerin üzerinde hayal ediyorum kendimi. Kötü olan herşeye ağlayarak da olsa teşekkür ediyorum ve sonra hayali bir ateşte yakıyorum hepsini. Toprağa gömüyorum ve bütün sevgimi gömdüklerime ve tabiki toprağa yolladıktan sonra izliyorum rengarenk çiçeklerin filizlenip açmasını... 

Ve artık, bundan sonraki her dakikam ve en önemlisi şimdi için aşılanmış ve bağışıklık kazanmış olmak istiyorum bu düşünce kanserine karşı. 


8 Ekim 2014 Çarşamba

Yaşım İstanbul...




Yaşım İstanbul olmuş.
Bu sene aynı İstanbul gibiydim...

Gerçek İstanbullu nasıl az bulunursa, gerçek ben de kayboldu.
İstanbul'daki kentsel dönüşüm gibi benim içimde de bir içsel dönüşüm başladı.
Kalbim, İstanbul Boğazı gibi ikiye ayrıldı, bir yarım kalabalıktı, bir yarım durgun.
Sürekli benden şikayet eden ama benden bir türlü kopmayan bir insan kalabalığı vardı içimde. Tıpkı İstanbul'da yaşayanlar gibi.
İstanbul gibi kirlendim, Gerçek İstanbullular nasıl korursa, ben ve benden olanlar, ailem olanlar korudular doğal güzelliklerimi...

Çok gürültülüydü içim, garip bir trafik vardı, sinir hücrelerim arasında. Bazen her şey çok kolay akıyordu, sessizlik hakimdi, bazen İstanbul trafiği gibi tıkanıyordu, herkes birbirine bağırıyordu...

Yağmurlar da çok yağdı, İstanbul'daki nem oranı kadar yüksekti gözlerimdeki nem oranı.
Bazen çok stresli ve karışık ve büyüktüm kalabalık ilçeleri gibi, Beşiktaş,Taksim gibi, bazen dingin, samimi ve sevimli Kuzguncuk gibi, bazen nostaljik, dar ve hüzünlü Beyoğlu gibi, bazen yalnız Adalar gibi, bazen ferah Kalamış gibi, bazen de soğuk Levent, Ataşehir gibi, bazen uzak Kartal, Pendik, Bakırköy gibi, bazen de yakın Kadıköy gibi...

Kimi yaka bulutluyken kimi yaka güneşli, beynimin sağı ve solu sanki...
Sabah bulutluyken akşam güneşli değişken hava durumu gibi.

İstanbul'un nabzı nerde atar bilinmez ya, bazen ben de bilemedim nabzımın nerde attığını... Kendini kaybetmiş ama bulmaya çalışan İstanbul gibi yaşadım, nefes alıp verdim,ve değiştim... Eski ben kalmadı, eski İstanbul kalmadığı gibi.

Artık yaşım İstanbul bitmek üzere... Yepyeni bir şey başlıyor. Çok içten, sevilen ve oraya gitmek isteyenlerin gerçekten gitmek istediği, terk etmek istemeyenlerin gerçekten terk edemediği, mutlu mu mutlu bir şehir var artık yakında.

Yaşım neyse ki İzmir olmak üzere...
Ve iyi biliyorum ki İzmir çok mutlu, sıcak, canlı, eğlenceli, sarhoş, tutkulu, sevgi dolu, aşık, biraz da çılgın deli dolu ve hayata çok bağlı...
Ve belki de en önemlisi içindeki düşmanlarını denize dökmüş bir İzmir :)

Tüm İzmirlilere sevgilerimle :)