22 Ekim 2015 Perşembe

Kadıköy'de iki ben






"Söyleyeceklerim var" dedi aylar sonra.


"Tamam" dedim, merak da ettim ne diyeceğini.
Buluştuk Kadıköy'de.
Ben en çok Kadıköy'ü sevdiğim için orayı istedim.
Anlatmaya başladı durumunu, biraz da ağlamaklı.
Pişmandı galiba çok anlamıyordum.

Belki de önemli değildi pişmanlığı. 
Hiç bir şey hissedemiyordum.
Sanırım artık iyice dışında kalmıştım.

Çünkü gözlerinin rengini unutmuşum resmen.
Yüzündeki hiç bir detayı hatırlamadığımı fark ettim.
Tanıdık hiç bir koku yoktu...
Beni sevmiş miydi onu bile tam hatırlamıyordum.

Biz yürüyorduk...
Ve yan yana 
Ve aylardan sonra...

Sonra bir Honda geçti yanımızdan.
"İstanbul'da çok az Honda var sanki, oysa Ankara'da çoktur" dedim.
Suratını astı, onunla ilgilenmediğim için sanırım.
Ama hangi hakla?
Sanki benimle her ilgilendiğinde, onunla ilgilenmek zorundaymışım gibi.

Neyse ben yine de bozmadım. 
Dikkatlice dinliyordum söylediklerini.
Aslında bazen kafam yanımdan geçen arabalara da takılmıyor değildi.
İnanıyordum biraz biraz anlattıklarına,
Günler geçmiş, ama özlemek canını acıtmış.
Dinliyordum kayıtsızca.
İçimden geçen binlerce küfür susturuyordu sesimi aslında.
Konuşmak istemiyordum.
O, bir şeyler söyleyeyim diye galiba yüzüme baktı.
Şaşkınlık içerisinde bile değildim. 
Bu sahneyi daha önce ben yazmıştım sanki. 
Biliyordum, bugünü...

Bir süre daha konuşamadım, söylediklerini sindirmeye çalıştım. 
O sırada barlar sokağından geçip Moda Caddesi'ne doğru çoktan yönelmiştik. 
Birden canım sigara istedi ama yanımda hiç sigara yoktu.
"Sigara içmek istiyorum" dedim. 
Sanki beni düşünürcesine "içmesen" dedi.
Ciğerlerime üzülüyormuş gibi baktı. 
"Salak" dedim.
Ama içimden. 
Benim iyiliğimi mi düşünüyormuş? 
Ne kadar da çok "etkilendim".

İnsan bazen bilemiyor, esas ciğerlerini ne kirletir, nefesini ne daraltır ve kendisini kim hasta eder?
Ama eminim, sigaranın bana kendisi kadar zararı olmamıştır. 
Biraz sırıttım ve yüzüne baktım
"Bence sen sigaradan daha fazla yıkıcı ve yok edici bir zehir taşıyorsun" dedim.
Tam konuşmaya devam ediyordum ki yanımdan bir Honda daha geçti.
Bakakaldım. 
06 plaka bir Honda.
Ona da işaret ettim. "Bak bu Honda da Ankaralı" dedim.
Fena bozulmuş olacak ki, konuya dönebilmem için tekel dükkanını gösterdi. 
Burdan al sigaranı dedi.
Hemen gittim aldım.
Yürümeye devam ettik. 
Pek hoşuma gitmese de sigara yaktım yolda yürürken.
Belki de inatlaşmış olmak için onunla.
Moda caddesinin sonuna gelmek üzereydik, tarihi iskelenin yoluna doğru yöneldik.
Bi kere gelmiştik biz onla buraya...
Ne zamandı hatırlamıyorum.

Yürüyorduk, aylardan ekimdi, hava ise bahar kadar sıcaktı.
Ve aylardır gelmesini beklediğim insan bütünüyle bir yabancıydı. 
Öyle yabancıydı ki tek bir hücresi bile tanıdık değildi. 
Elimi tutmak ister gibi elini elime dokundurdu.
Bir yabancı eliydi sanki.
Hava sıcaktı, ama elim buz gibi oldu.
Elimi çektim hemen, cebime soktum. 
Yüzüne ise hiç bakamıyordum, içinde hapsettiği küçük çocuğu filan görmek istemedim. 
Çünkü denemiştim ben. 
Onun içindeki çocuğa çok bakmıştım, onu çok sevmiştim. 
Oysa o benim içimdeki çocuğu felç etmişti.
Ve bana sigara içme diyordu 
Bakmadan konuşacaktım. 
Sanırım gözlerimin en büyük imtihanıydı görüp de ona bakmamak...

Yürümeye devam ettik. 
Bir süre konuşmadık... 
Aslında söyleyecek çok şeyim vardı, söylemek istediğim kişi de avuçlarımın arasındaydı, 
ama sanki artık hiç önemi kalmamıştı.

Nasılsın? dedi. 
Aylar sonra benim nasıl olduğumu merak edecek ne olmuştu ki? 
"Sanane" demek istedim, ama iyiydim ve "çok iyiyim" dedim.
"Ben iyi değilim" dedi.
Tarihi Moda iskelesinin oradaydık.
Burda birini öpmüştüm, güzeldi dedim içimden.
Sonra diğer öptüğüm adamlar geldi aklıma.
İyi ki öpmüşüm dedim, içimden yine.
Biraz denize baktık.
Beni çok özlediğini söyledi ve "geri dön" dedi. "Lütfen" diye de ekledi.
Sonra tatlı bir rüzgar esti, en sevdiğimden.
Saçlarım filan havalandı.
Deniz kokusu geldi ama onun kokusu gelmedi.
Aklıma bazı şarkılar geldi...


Yüzüne baktım.
"Kahve içelim mi" dedim. 
Umutsuzca ve mutsuzca "tamam" dedi ve yukarı doğru yürümeye başladık. 
Yolun sonuna geliyorduk ki, birden dengem bozuldu. 
Başım dönüyor sandım. Etrafımızdaki insanlar durmaya başladı.
Sanırım deprem oluyordu.
Ama kargaşa yoktu, herkes duruyordu.

Tam o sırada sağ taraftan hızlıca gelen bir bisikletliye soldan gelen bir araba çarptı. 
Sanki bisikletli arabanın önüne kendini bile bile atmıştı. 
İntihar gibiydi.
Bisikletin üzerindeki adam arabanın önünde 1 metre kadar sürüklendi.
Arabaya baktım 06 plaka bir honda. Ürperdim. 
Koşarak bisikletlinin yanına gittim.
Yüzüne bakmamla kendimi geriye doğru fırlatmam bir oldu. 
Çığlığı bastım sanırım.
Kendimi bedenimden ayrılmış ve başka bir bedene geçmiş gibi hissettim. 
Çünkü yerde kanlar içinde yatan bisikletli de oydu.
Az önce yanımdaki aynı kişi. Bana en son "geri dön", "lütfen" diyen kişi.
Arkama döndüm baktım emin olmak için, ama o yoktu.
Evet, tam da yerde yatıyordu o.
Ama bisiklet? 
Herşey nasıl birden değişmişti?
Aklım öylesine karışmıştı ki, kafamı kaldırıp Moda Caddesi'ne doğru baktığımda kendimi ve onu yürürken gördüm. 
Ben onunla yürüyordum orda.
Hatta gülümsüyordum, o bana bakıyordu. 

Oysa burda durum çok farklıydı. 
Kalbim çok hızlı atıyordu.
Ben ona bakıyordum, o kanlar içindeydi.
O da hafifçe gözünü aralamış, bana bakıyordu.
Aylar sonra.

Ama üzülmeye başladım, öleceğine.
Beni sevmenin tadına varamayacağına üzülüyordum. 
Saçlarımı koklayamayacağı için ona üzülüyordum.
Çünkü ayrılıyordu artık. 
Gerçekten ayrılıyordu, ve çok üzgündü.

Sonra anladım. 
Ben aslında onun ölümünü seçmiştim.  
Çünkü, beni sonsuzluğumda unutsun istemiştim.
Ve bir daha bu tuzağa düşmem demiştim.

Moda Caddesi'nde yürüyen az önceki benle ona baktım.
Her şey gizemiyle başka bir yere kaymıştı.
Onlar, sonrasında ne konuştular, ne anlattılar, nasıl güldüler, mutlu oldular mı hiç ama hiç öğrenemedim...
O hikaye öylece orda yürümeye devam etti.

Burda ise o ölüyordu.
Ben ise bir şarkı mırıldanıyordum.
Sözler çıkarken ağzımdan, içimden bir ağırlık kalkıyordu:

Unut beni sonsuzluğumda
Bir daha düşmem yok o tuzağa
Ruhumu vermem avuçlarımda 
Parçalarsın...








7 Ekim 2015 Çarşamba

C'est la vie


Şarabımı açtım ve sigaramı yaktım. C'est la vie!
Gelmişine geçmişine de... Sansürlemeden yazmak istiyorum ama neyse küfür yok!

Ama içimden de küfür ediyorum bolca. Hayatın efendice kısmını çoktan bir kenara attım zaten. Kafam da biraz güzel. Kime çok kırıldım, unutmuş bile olabilirim. Zaten çok güzel şeyler var aklımda, güzel anılar. Yelkenliler filan var mesela. Çok güzel bir aşk var... Eee tabi ki bu yüzden, ne zaman o yelkenlinin adında birini görsem dönüp bakıyorum, sırf adı onunla aynı diye sevebiliyorum bile...Ki sevmişliğim var...

Kafam biraz renkli, biraz sıcak, biraz da soğuk. Hiç bir şeye alışmak istemiyorum sanırım. Ne yaza, ne kışa, ne de bahara... Uzun bir yolculuktan geldim zaten. Sürekli değişen yollar... Yaban domuzlarından korkup kaçarken girdiğim çatallı yollar. Keşke bir yelkenli olsa da beni kurtarsa, alıp götürse dediğim yollar... Ama artık biliyorum, kendimden başka kimsenin beni bu yaban domuzlarından koruyamayacağını çok iyi biliyorum.

İnsan bilmediği şeyden biraz korkmalıymış... Daha da mühim olan şu ki, korkmam gerektiğini bilmediğim gibi, ne kadar korkmam gerektiğini de bilmiyormuşum. Belki de ben bu yüzden fazla saldırıya uğradım. Belki de bu yüzden kalbim fazla kırıldı. İçimde kalp kırıklarını onarmaya çalışan kişi vır vır konuşuyor da bazen, off sanırım hep aynı şeyi düşünüyor. Aslında o şey, kişi artık bir insan bile değil. Sembolik bir ağrı sadece. Onun ismi sadece bir hastalık ismi gibi. O yüzdendir ki ne zaman onun adında birini görsem, başka yöne dönüp bakıyorum, kalbim acıyor, sırf adı onunla aynı diye korkudan titreyebiliyorum bile. Ki titremişliğim var...

Oysa içimde deli dolu yaşamaya başlayan kişi susmak istiyor. Anlatmak istemiyor olanları, gelmişine geçmişine diye basıyor küfürü sadece, şarkı filan söylüyor bolca. Bir taraftan sürekli hayaller kuruyor, bir taraftan da mevcut dünyanın düzenine uygun hareket etmeye olabildiğince gayret ediyor. "C'est la vie" diyor.

Ben de ona uyuyorum artık. Bıraktım her şeyi akışına. Hiç kimseye, hiç bir şeye müdahale etmek istemiyorum. Bi yerde bana ne ki diğerlerinin tercihlerinden? Artık böyleyim diyorum, belki de içimde her türlüsü var. Ne gerek var zaten, sabit olmak, tutarlı olmak filan da istemiyorum. Şehirden şehire giden, gönülden gönüle geçen ve göz açıp kapayıncaya kadar kaybolan anıların arasında sadece uçmak istiyorum. Yani, yere iner miyim, inmek ister miyim hiç bilmiyorum? O yüzden, artık birine seviyorum demek için de hiç ama hiç acele etmiyorum. Sonuçta sevgisi bokuna karışmış bir sürü yaban domuzu var etrafta. Bir yaban domuzu geliyor, diğer bir yaban domuzundan korumaya çalışıyor... Gülüyorum sadece.

Aman neyse... Çok şükür ki artık bağlanma problemi olan normal bir insan gibi yaşıyorum!

Off ya, yine de erkek olsam ne güzel küfrederdim valla... Ama napçaksın işte, kadın kısmının ağzına yakışmıyor ki içimden geçen küfürler. Hele de benim gibi "naif" bir insana... Yok olmaz yani, ayıp olur... O yüzden biraz sansürlüyorum kendimi, C'est la vie deyip geçiyorum.