24 Nisan 2015 Cuma

Bir cinayet efsanesi!


                    

Burası cinayet mahali! Efsaneye göre katil tam da burdan hem de hiç gözlerine bakmadan iteklemiş kurbanını uçuruma ve intihar süsü vermiş onun gözlerine. Kurban ise önce aşağı doğru inerken mutluluktan uçtuğunu sanmış, yazık ki farketmemiş bile öldüğünü, taa ki bir ceset gibi kokana kadar. Ağlamış tabi sonra, bir ceset ne kadar ağlayabilirse. Ama kimse duymamış. Sonra denizin dalgasına kaptırmış kendini, çok derinlere inmiş, kapamış gözlerini ve orda öylece beklemeye başlamış balık olarak yeniden doğmayı. Katil onun hep öldüğünü sanmış ama yine de bir daha hiç denize girememiş. Yüzyıllarca balıklardan korkarak yaşamış. En uzun yaşayan katil demişler ona. 
Yine efsaneye göre birgün rüyasında bir balık ona "katiller de sever mi" diye sormuş o da "hayır, katiller sevemez, onlar sadece korkar" demiş.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Paralel İstanbul şehir hatları



Sıradan bir vapur hattında Eminönü'nden Kadıköy'e doğru gidiyorum ve elbette "çok şükür" diyorum içimden böyle huzurlu bir yolculuğa! Nispeten mutluyum, denize ve hatta bütün gün Balat'ın viran olmuş cumbalı evlerine hayranlıkla bakabildiğimi hissediyorum, hem de çok fazla şey düşünmeden. "Biraz hüzünlendim" diyorum "çok az" ama o da Balat'ın kendi havasından sadece.

Vapurun üst katındayım, açık havadayım. Denize filan da bakıp hayal kurabiliyorum. Aşırı mabel matize de bağlamışım kendimi. Arka arkaya dinliyorum. "Bir zeytin dalı, bir çift göz yeter, doydum"

Şu an oturduğum yerin biraz uzağındaki iki kişilik boş koltuk gözüme çarpıyor. Bu dünyada ve şimdiki zamanda boş iki kişilik öylesine önemsiz bir koltuk. Aklıma geliyor işte durup dururken. Düşünmeden duramıyorum yine. Hem bu aralar çok da moda oldu, paralel evren hikayeleri... Ben de kendime bir paralel evren hayali kuruyorum hemen. Hatta hayal değil eminim gayet, biz de, yani biz derken ikimiz* paralel sonsuz evrenlerin birinde veya belki de bir kaçında orada oturuyoruz. Üstüne üstlük bu dünyada ve şimdilerde olduğumuz gibi düşman da değiliz. Ve o kadar güzel seviyoruz ki diğer paralel evrenleri bile düşünmüyoruz, hatta paralel evrenlerin sonsuz varlığına ihtiyaç bile duymuyoruz.

Denizdeki dalgalar da fizik kurallarına uygun hareket ediyor. Ama ben komşu evrendeki dalgaları merak ediyorum yine durup dururken. (Aslında durup dururken de diyemem, hep böyle yaşıyorum.) Sonra, yan evrende, bu iki kişilik koltukta otururken dalgalar üzerinde yarattığımız farklı etkileri düşünüyorum. Oysa yandaki evrende bunların hiç biri aklıma bile gelmiyor. Tek bir şey düşünüyorum çünkü, hatta birlikte düşünüyoruz, ikimizi*...

Ve o kadar paralel ki her şey, bizim vapur başka bir vapurun yanına, tam olarak da ona paralel bir şekilde duruyor. Önce bizim vapurdan yan vapura geçiyoruz hep birlikte. Yan vapurdan da iskeleye geçiyoruz. İlk defa vapurdan böyle iniyorum aslında. Paralel evrene sıçramış gibiyim. Sonra yürürken birden "ikimiz"i görüyorum karşımda, ya da gördüğümü sanıyorum. Paralel evrenin paralel vapurundan bir yansıma belki sadece... Paralel evrenleri düşünürken, paralel vapurlardan geçerek iskeleye indiğim için belki de, şaşkınım biraz. Bu yüzden belki de ikimizi* gördüğümü sanıyorum. Belki de öylesine şizofrenik bir hayale kaptırıyorum yine kendimi, bilemiyorum tam. Belki de ne şimdilerde, ne de geçmiş zamanlarda, ne yan vapurda ne paralel evrende ne de gelecekte biz zaten hiç olmadık. Belki de ben sadece var "sanıyorum" ikimiz diye bir ikilik. Kim bilir?

*ikimiz: sen ve ben, biz, iki yarım, doğu-batı belki de gece gündüz,

2 Nisan 2015 Perşembe

Sayısal merak

                          

Söylemek istemiyorum kaç gün olduğunu, saymak da istemiyorum. Saymış olup, aklımda tutmak da. Bugünlerde bu sayma sayılarıyla aram bozuk zaten. Oysa ben çok severim sayıları. Hatta en çok da asal olanları. Kendisinden ve 1'den başka hiçbir sayıya bölünemeyen asal sayılar... Hiç onlara benzemiyorum ben. Onlar gibi bölünmez parçalanmaz olmayı isterdim. Oysa kaç kere bölündüm, parçalandım. Sonra da toplamaya çalıştım dağıttığım 1/5'imi 2/3'ümü. Kim bilir kaç parçamı da bir yerlerde kaybettim. Şimdi de kalan parçalarımla günlerdir aynı denizde yüzüyorum. Bir taraftan arınıyorum, bir taraftan balıklarla konuşuyorum ama karaya çıkamıyorum. 

Aslında denizin ortasında kalma hikayem kısaca şöyle... Çok güzel bir teknede yolculuk yapıyorduk, deniz bir harikaydı. Mükemmel bir maviliğin içinde kaptan yelkenlerini indirdi ve seyrüseferimize ara verdi. Sandım ki, durgun, dingin, güneşli, pırıl pırıl bir deniz sefası içindeyiz. Ama ne olduysa, birden ortalık karardı ve etraf bulutlandı. Bir fırtına kokusu sarmıştı ki, hiç beklemediğim bir anda kaptan, tekneye ağır geldiğimi adeta haykırarak beni denize itti. Yalvarmalarıma rağmen, sinsice, yelkenlerini açtı ve kendi gibi huysuz bir fırtınaya karışıp uzaklaştı.

Bir önemli ama eksik diğer hikayem ise şu... Ben küçükken merdivenlerden düşmüşüm. Abim de küçük tabi o zaman, benim düştüğümü görünce çok paniklemiş, koşarak merdivenlerden aşağı inip beni kucaklamış. Annem öyle anlatıyor yani, ben pek hatırlamıyorum. Acaba abimin benim için kaygılanıp bana sarıldığını hatırlasam hayatımda ne değişirdi? Sarılmak sıcak bir şeydir ya, sıcaklığı hatırlamak iyi olurdu belki. Merdiven kaç basamaklıydı ki? Ama neyse... Sonuçta hiçbirini hatırlamıyorum... Ya şimdi merdivenden düşsem, yine panikle sarılır mı ki? Merak ediyorum doğrusu... Kim bilir kaç gün oldu o günden beri, yani en son sarıldığımızdan beri... Hele bunu hiç saymak istemiyorum. Çok basamaklı bir sayı... İnsan birine sarılmaya hiç alışmadıysa nasıl olabilir ki zaten? Evet, çok merak ediyorum aslında ama bunun için merdivenden düşmeyi gözüm pek de yemiyor...

Son olarak... Merak ettiğim bir şey daha var. Kaptan acaba karaya indi mi sağlıcakla? Ve hiç de saymak istemiyorum bu günleri, ama... Ben daha kaç gün merak edeceğim bütün bu merak ettiklerimi?