28 Nisan 2016 Perşembe

Bedir ile Zilan Yansımaları: Gizli Buzlanma







"Kaç tane rüyadan sağ çıktım, sayısını bilemiyorum. Aslında sadece rüya ama, bazen kafam çok karışıyor, gerçekliği karıştırıyorum. Çok mantıksız olaylar da olsa, hissettirdiği duygu buz gibi, gerçek hayattaki gibi. Ve aynı duyguyla hem rüyada hem gerçek hayatta mücadele etmek. Bu da benim sınavım sanırım... Beni her seferinde aşağı çekmeye çalışan güzel ve güçlü görünen yalancı bir kol... Her uyandığımda, kendime, verdiğim sözü tekrar hatırlatıyorum. Bir daha asla bu yalancı kola girmeyeceğim, bir daha asla bu kolun bana sarılmasına izin vermeyeceğim."

Bedir yine aynı rüyayla uyanmıştı, 31 Aralık sabahı... Çoktan unuttuğu "buz gibi" ama "yakıcı" bir duygu geldi oturdu yanı başına. Bir insanın koluna niye özlem duyulur ki? Yüzde yüz unutmak mümkün değil mi ki? Belki de bazı şeyler öylece kalıyor, unutulmuş gibi oluyor bir süre, ama sonra bir rüya gelip yastığının kenarından uykuna sızıp tekrar hatırlatıyor. Rahatsız edici bir özlem duygusu dolaşıyor hücrelerinde...
Sanki bir şeyler unutmaya izin vermiyor. 
Nedir ki o şeyler? 
Şeyler? 

Düşüncelere daldı Bedir. İçi burkulmuştu biraz, gidip o şarkıyı dinledi tekrar, yıllar sonra...

Bir akşam masası, iki kişiyiz, sen, ben
Gidiyorsun hiçbir şey söylemeden, birden
Kadıköy'de bir yağmurlu bahçeden

Yıllar külleniyor, izi kalıyor aşkın
Yüreğim kurtulsa da yangından, alevden

Yana yana kül olayım, unutup yine sevdalanayım
Geçmem bir daha Kadıköy'den


Kadıköy'e küsmüştü terk edildiği gün. İlk defa değildi ama, bir başka olmuştu bu ayrılık. Kalbi soğumuştu; hem kendinden, hem de Kadıköy'den. Nasıl olur da bir insan evladı, bütün gün her şey gayet yolundaymış gibi Kadıköy'ün sokaklarında onu seven bir adamla gezip dolaşıp, daha güneş yeni batmış ama hava henüz kararmamışken, yani dükkanların yazısı, insanların yüzü hatırlanacak kadar net okunabilir bir aydınlık hakimken, hem de birden, ayrılmak istediğini, öyle bir kaç cümlenin arasına varla yok gibi sıkıştırıp, onu çok seven adamı, midesine oturan şeye emanet edip terk edebilirdi? Hangi insan evladı kendisini çok seven bir adamı 14 saniyede Kadıköy'den soğutabilirdi ki? 
Yine kabardı duyguları, "İnsanlık dışı" diye yine söylendi Bedir sesli sessiz... 
"Sevgisizlik" diye düşündü... 
Zaten gidebilir miydi ki bir insan çok severken?
Gidemezdi... 
Hem sevilmediğine hem de sevildiğini zannedip 14 saniyede yabancıya dönüşmesine üzülmüştü çok... 
Kime yabancılaşmıştı? Ona mı, kendine mi? Daha da kötüsü en sevdiği yerde, Kadıköy'de vuku bulmuştu bu yabancılaşma hali. Kadıköy'e de yabancılaşmıştı...

2 hafta sonra, bir solukta bütün fotoğrafları silmiş, tüm anıları atmıştı. Neredeyse hiç bir anı kalmamıştı ondan. Ama yine de Bir süre Kadıköy'e gelmek ızdırap olmuş, zorunda olmadıkça sokaklarında dolaşmamış, gidip bir yere kahve, çay içmeye oturmamıştı. Ondan kalan tek bir istiridye kabuğunu da bir kaç ay sonra denizin mavi sularına geri yollamıştı. Herkes nihayetinde ait olduğu yere dönmüştü. İstiridye denize, Bedir ise Kadıköy'e...

Şarkıyı dinleyip, tekrar hatırlayınca olanları, her zaman olduğu gibi Kadıköy'e gelemediği o ızdıraplı günlerine ve aylarına sızlandı...

Bir yıl başı arefesinde, yıllar önce öğrendiği, uzun zaman önce unuttuğunu sandığı bu sızlanma duygusuyla mücadele ediyordu Bedir, yatağında. "İnsan bir kere öğrenince bir duyguyu, unutmuyor galiba, sadece zaman geçtikçe daha az hatırlıyor. Sonra flulaşıyor, grileşiyor duygular, netliğini kaybediyor. Bu duygu karışımı ara ara bir sisli hava gibi çöküyor üstüne. Sisli havadan korunmak için etrafına yeşil ağaçlar dikip, kendi ormanında yaşamaya başlıyorsun." 

Bedir'in de ormanındaki ağaçlardan birisi Zilan'dı aslında. Evet, Zilan yaprak döküp arınan ve her mevsim yeniden doğan ve açan, kökü, gövdesi sağlam bir ağaç gibiydi. Sisli havaların Bedir'in üzerine çökmesini ne de güzel engelliyordu.

Bedir, rahatsız edici bir duyguyla hala yatıyordu, yatağının köşegeninde... Bu köşegen boyunca yatmaya ne kadar da alıştığını düşündü... Kötü bir alışkanlık gibiydi sanki... Yatağının her yeri ona aitti; köşegenler, uzun ve kısa kenarlar... Bir sahiplenmedir gidiyordu. Hipotenüs rahatlığı sarmıştı bütün benliğini, kalbinin etrafını ise bir buzlanma. Bedir'in kalbindeki bu buzlanma tıpkı Ankara'daki gizli buzlanma gibiydi, öyle ki kalbinde yürüyen herkes adeta kayıp düşüyordu...

Çoktan unuttuğunu sandığı, kalbine buz gibi giren bu soğukluktan kurtulmak istedi. Yeni bir yıl gelmişti. Yeni bir yıl, yeni bir hayat başlıyormuş gibi cereyan ediyordu aslında insanlığın beynine. Dünyada bir çok insan, bu başlangıç için güzel dileklerde bulunuyordu hep birlikte. O da, bu toplu olumlamaya dahil olmak istedi. Madem yeni bir yıl, yeni tarihler, yeni mevsimler geliyordu; yenilenmek için, yeni bir yola adım atmak için bundan daha iyi bir gün olamazdı. Hazırlanıp dışarı çıktı. Saat sabahın dokuzuydu. İstanbul'a kar yağıyordu. 

Zilan'ı arayıp onu Kadıköy'e çağırmaya karar verdi. Çünkü bu karların altında ve bu sokaklarda sağlam ve güzel bir ağacın koluna girmeliydi bu akşam. Kalbindeki buzları eritmek ve güzel dilekler dilemek için ise oldukça güzel bir gündü.  


Ezginin Günlüğü - Kadıköy