1 Haziran 2014 Pazar

Bakın atalar ne demiş?

Bize ne oldu diye düşündüm. Galiba acele işe şeytan karıştı...

Ben bir tencere, yuvarlanıp kapağımı buldum sandım ama iki cambazmışız ve bir ipte oynayamadık.

Ah ayrılık! Ölümden beter derlerdi de inanmazdım. Yine inanmadım çok fazla aslında. Zaman her şeyin ilacıdır, göz görmeyince gönül katlanır dedim ama unutmuşum işte. Aşkın gözü kördü ve ben hiç bir şey göremedim.



Nasıl oldu böyle bilmiyorum? Evdeki hesap çarşıya uymadı ve akla gelmeyen başa geldi. Fazla naz mı aşığı usandırdı yoksa kendi küpüne zarar veren keskin sirke olayı mıydı? Öfkeyle kalkan zararla oturdu mu ki? Bilemiyorum gerçekten... Herkes ne ettiyse kendine etti ama kimse de tükürdüğünü yalamadı... İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına da batırmadık değil hani. Ve ateş düştüğü yeri yaktı yine...

Aslında ben o gülü sevmiştim ama bilemedim gülün dikeni olduğunu... Gülü seven de dikenine katlanacaktı elbet... Hatasız kul olmazdı ki yani.

Farkında olmadan denize düştüm, yılana sarıldım. Dedim ki yılan bana dokunmuyorsa bin yıl yaşasın. Denizdeyken kaçan balık tatlı olur diye kaçtım. Sonra sıkıldım attım kendimi yollara, çok gezen mi bilir çok okuyan mı dedim... Çok gezince de bok bulaştı biraz ayağıma...

Yapacak bir şey kalmadı ki? Olanla ölmüşe çare yok yani... Ayrıca kabul edelim ki beterin de beteri var. Başa gelmeyince bilinmiyor ve mecburen başa gelen çekiliyor. Sabreden derviş olmak lazım muradımıza ermek için, ne de olsa Allah bir kapıyı kapatıp diğerini açıyor. Her zaman gemicinin istediği rüzgar esmezmiş ki, sonuçta her şeyin bir vakti var, horoz bile vaktinde ötermiş hatta...

Zaten hiç de bilemeyiz hayat bu, gün doğmadan neler doğar... Bazen atılan ok geri dönmez, bazen de tilki dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına geri döner.

Herşey bir yana, zaten unutmak da çok ayıp olur, çünkü kahve içtik birlikte o kadar, kırk yıl hatırı kalsın diye... Şimdi biraz susmak istiyorum, yazıyorum sadece... Söz uçar ama yazı hep kalır diye...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder